5 Ocak 2009 Pazartesi

("Sanat" Filmleri)Felsefi ve Tarihsel Bir Arka Plan: Modernizm

Giriş ("Sanat" Filmleri)
Felsefi ve Tarihsel Bir Arka Plan: Modernizm

Genelde sinemaya, özelde ise sanat filmlerinin çıkışıyla ilgili tartışmalara geçebilmek ve modern çağın bu en önemli buluşunu kavrayabilmek için, onun hangi aşamalardan geçtiğini, hangi dönemlerde hangi anlayışlarla çakıştığını belirlemek gerekir.
Yaygın kullanım, alışkanlık eseri olarak modernlik'ten bir yanda Rönesans, rasyonalist felsefe ve Aydınlanma yoluyla, öte yandan mutlakıyetçi devletten burjuva demokrasilere geçişle önü açılan bir çağı anlar. Genellikle modernliğin 16. ve 17. yüzyılda başladığı kabul edilirken, modernizm, sanatlarda 19. yüzyılın sonunda başlayan bir paradigma değişikliği olarak görülür. Marshall Berman, modernliğin tarihini üçe ayırır: 16. yüzyıl başlarından 18. yüzyıl başına dek uzanan ilk evrede insanlar modern yaşamı algılamaya başlar. Ikinci evre 1790'ların büyük devrimci dalgasıyla ortaya çıkar. Fransız Devrimi ve onun etkileriyle bir anda büyük ve modem bir kamu doğar. Son evre olan 20.yüzyılda, modernleşme süreci neredeyse tüm dünyayı kaplayacak kadar yayılır, gelişmekte olan modernist dünya kültürü sanatta ve düşünce alanında göz alıcı başarılar sağlar. Octavio Paz'a göre modernlik, "Hiçbir zaman kendisi değildir; hep 'öteki'dir. Modern olanın ayırt edici özelliği yalnızca yenilik değil, ötekiliktir. Tuhaf bir gelenek ve tuhaf olanın geleneği olan modernlik, çoğulculuğa mahkumdur. Modern olan geçmişi yadsır, kendi geleneğin; kurar; modern çağ bir ayrılmadır, bir şeyden uzaklaşmak, bir şeyden kopmak anlamında.

Özellikle 19. yüzyılda sanayi devriminin hızlanması, mekanik üretimin artması, el sanatlarının gerilemesi ve orta sınıfın doğuşu yeni bir dönemin başlamasına neden olur. Kapitalizmin üretim aşamalarım kuramsallaştıran Emest Mandel, "Geç Kapitalizm" adlı kitabında bu evrimi şöyle sıralar: "1848'den başlayarak buharlı motorların makineyle üretimi teknolojisi, piyasa kapitalizmidir. 19. yüzyılın 90'larından bu yana elektrikli ve yakıtla çalışan motorların üretim teknolojisi, tekelci dönem ya da emperyalist aşamadır. 20. yüzyılın 40'larından bu yana elektronik ve nükleer güçle çalışan aygıtların üretim teknolojisi, postendüstriyel (çokuluslu ya da geç kapitalist) dönem olarak adlandırılır. Şu anda yaşadığımız dönem, üçüncü makine dönemidir. Son olarak geniş bir çevrede 'postmodernizm' olarak bilinen şeyin tuhaflıklarının hesabını tek başına verebilen alan, çokuluslu alandır. Bu üç aşamanın birbiriyle ilişkileri de diyalektiktir.

Yüzyılımızın başlarında gösterim dünyasının temelinde ciddi bir dönüşüm yaşanır. Ancak bunun felsefi ve tarihsel bir geri planı vardır. Geçen yüzyıllardaki anlayışı ve dönüşümü David Harvey şöyle aktarır: Aydınlanma projesi, herhangi bir soruya verilecek olası tek bir yanıtın bulunduğu varsayımından yola çıkarak sanatta da tek doğru temsil tarzının olduğunu varsayar. Bu, mantıksal olarak şu demektir; eğer doğru bir biçimde temsil edebilirsek, dünyayı denetleyebilir ve akılcı biçimde düzenleyebiliriz. Ama 1848'den sonra 'tek gösterim tarzı' düşüncesi çöktü ve farklı gösterim tarzlarına vurgu yapılarak Aydınlanma düşüncesi daha çok sorgulandı. Daha önce de belirtildiği gibi Lash'in modernizmi, modernliğin varsayımlarından bir kopuş olarak nitelemesi, Paz'ın modern edebiyatın modern çağı reddettiğini ve modernliğin eleştirisi olarak başladığını söylemesi, Harvey'in yukarıdaki savıyla örtüşür. Berman'a göre, modern sanat modern toplumsal yaşamla hiçbir ilişki kuramaz. Modernizm, modern sanatçıyı modem yaşamın bayağılıklarından kurtarmaya yarayan yüce bir çaba olarak belirir. Böylece sanatlardaki modernizm ile modern dünyanın modern yaşamı ve düşünce biçimi birbirinden ayrılır.

Paz'a göre avangard (öncü) sanat, kendinden hemen önce gelen edebiyatta simgecilikle (sembolizmle) ve doğalcılıkla (naturalizmle), resimde izlenimcilikle (empresyonizmle) bağlarını koparır; bu kopuş, romantizmin başlattığı bir geleneği sürdürür. Alman dışavurumculuğu gibi en çekingen olanından, Italyan ve Rus gelecekçiliği gibi en coşkulu olanına kadar, Avrupa avangard akımları güçlü bir romantik renkle boyanır. Modern sanatın biçimciliği (kübizm, konstrüktivizm, soyut sanat), Yunan-Roma geleneğinin doğalcılığının ve insancıllığının bir yadsınmasıdır. Modem çağ bölünmenin, kendini yadsımanın ve eleştirinin çağıdır. Modern sanat eleştirel olduğu için moderndir. Onun eleştirisi iki çelişik yönü açığa çıkarır: Modern çağın çizgisel zamanım ve kendini reddeder, ilkiyle modernliği yadsır, ikincisiyle onu onaylar.

Modern sanatın modern çağı yadsıması ve modernizmin moderniteden kopması gerçek anlamını yüzyılımızın başlarında bulur.
Ancak sinemadaki modernizmin diğer sanat dallarındaki modernizmin tarihiyle çakışmadığını da biliyoruz. Bir başka deyişle edebiyatta, resimde, müzikte ve tiyatroda modernizm gelişirken, sinema klasik diline yeni yeni kavuşuyor; kendi olanaklarım geliştirmeye çalışıyor ve sınırlarını yeni yeni tanıyordu. Diğer sanat dallarında 1960'lardan sonra postmodernizmden söz edilirken, sinema modern anlatı diliyle tanıştı; postmodernizm sinemaya ancak 1980'lerde ulaşabilmiştir. Bu dönem çatışması nedeniyle sinemada modernizm, belki de "Postmodernizmin tuhaflıklarının hesabını tek başına verebilen bir alan" olan çokuluslu alanla yani geç kapitalizmle örtüşmektedir.

Sanatlarda modernizmin başladığı tarih olan 19. yüzyıl sonunda, özellikle plastik sanatlardaki gelişimi izlemek yararlı olacaktır.
Lynton, resimde "modern sanatın öyküsü"nü izlenimcilerle (empresyonistlerle) ve en çok da onlardan etkilenip 20. yüzyıldaki en önemli akımların öncüsü olan izlenimcilik sonrası ressamlarla başlatır. Buna karşılık "Sanatın Öyküsü"nü yazan Gombrich'e göre sorun, tek başına ele alındığında sanatta yeni sayılmaz. Çünkü 15. yüzyılda İtalya'da doğanın keşfi ve perspektifin bulunuşu Ortaçağ resimlerindeki düzenlemeyi tehlikeye atar. İzlenimcilerin Rönesans sanatçılarıyla amaçları benzer, ama araçları farklıdır.
Hauser de Gombrich gibi "Sanatın Toplumsal Tarihinde modern sanatı izlenimcilikle başlatmaz. Hauser'e göre izlenimcilik doruk noktasıdır ve dört yüzyılı aşkın bir süreden beri olagelen gelişimin sonudur. İzlenimcilik-sonrası sanat, ilke olarak tüm gerçekliği canlandırabilme ya da yansıtma hayallerini terk eden ve doğal nesnelerin biçimini bozan ilk akımdır. Kübizm, konstrüktivizm, fütürizm, ekspresyonizm, dadaizm ve sürrealizm doğaya bağlı olan ve gerçeği yansıtan izlenimcilikten uzaklaşmak gibi ortak bir noktaya sahip olan akımlardır. Kuşkusuz izlenimciliğin doğrudan doğruya kendisi böyle bir gelişime zemin hazırlamıştır. Ama asıl zeminlerden birisini, 19. yüzyılın başlarından sonuna değin fotoğrafın bulunuşu ve bu tekniğin sürekli geliştirilmesi oluşturur; resim sanatına bakış değişir; 'gerçeği' yansıtma, artık bu yeni sanatın (fotoğrafın) işlevi olur.

Bu tartışmalara dayanarak en azından modernizmin, plastik sanatlardaki ilk kilometre taşı sayılabilecek izlenimciliği göz ardı etmemek gerekir. 1870'lerden sonraya denk düşen izlenimciliğin doğuşundan yaklaşık yirmi beş yıl sonra resmen yeni bir sanat dalı olarak sinemanın ortaya çıktığını görüyoruz. Hauser'e göre, geleneksel anlatım yollarına karşı açılan sistematik savaş ve bunun sonucu olarak da 19. yüzyıla ait sanatsal eğilimlerin, geleneklerin yıkılması, 1916 yılında dadaizmle başlamıştır. Bu savı kabul edersek, sinemanın çıkışı geleneklerin yıkılmasından yaklaşık yirmi yıl önceye denk düşer. İster o tarih, ister bu tarih olsun çeşitli sanat dallarında geleneksel anlatının kullanılması ve yeni anlatım yollarının bulunması, aşağı yukarı 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarıyla örtüşmektedir.

Harvey, yüzyıl başındaki dönüşümü şöyle anlatır: Geçen yüzyılda Baudelaire ve Flaubert gibi yazarlar, Manet gibi ressamlar farklı tarzları denediler. Çoğu düşünür, bu coşkulu deneyciliğin 1910-1915 yılları arasında modernizmin doğasında ortaya çıkan nitel bir değişimle sonuçlandığı konusunda aynı görüştedir. Proust'un, Joyce'un, Lawrence'm, Mann'ın ünlü kitapları; Matisse'in, Picasso'nun, Duchamp'ın, Braque'ın, Klee'nin resimleri; Bartok'un, Stravinski'nin, Schoenberg'in, Berg'in atonal müziği; dilbilimde Saussure'ün çıkışı; Einstein'ın görelilik kuramı ve diğer yenilikler, bu tarihlere denk düşer. Gösterim ve bilgi dünyasının temelinde bir dönüşüm yaşanır. Yaşanan değişim, kuşkusuz ilerlemenin kaçınılmazlığına olan inancın yitirilmesiyle ve Aydınlanma düşüncesinin kategorik sabitliğinin geçersizliği konusunda artan kuşkularla birlikte büyüyen huzursuzlukla ilgilidir. Modernizmin değişimi, aynı zamanda siyasal-ekonomik yaşamda akıllara durgunluk verici bir çalkantı, huzursuzluk ve tutarsızlık yaşandığı bir dönemde, Nietzche'nin tohumlarını ektiği anarşi, düzensiz ve umutsuzluk duygusuyla hesaplaşma ihtiyacından kaynaklanır. Modernizmin bu özgül dalgası sonucunda dünyayı tek bir dil çerçevesinde temsil etmenin olanaksızlığı kabul edilir. Modernizm, çok yönlü bakışı ve göreliliği, karmaşık da olsa, hala bütünsel ve tek bir temel gerçeklik olarak kabul ettiği dünyayı yansıtmanın bilgi kuramı olarak benimser.

Edebiyata James Joyce ve Virginia Woolf gibi yazarlarla birlikte görelilik, öznellik, bilinç akışı tekniği girerken Aristocu ilkelere göre yapılandırılmış klasik tiyatro, Brecht'in epik tiyatrosu ile altüst olur.

Friedberg'e göre modernliği yansıtan kentsel ve kültürel değişimlerle aynı dönemlere denk gelmesi yüzünden sinemanın "modern" bir araç olduğu düşünülür. Oysa sinemanın modernizm ile ilişkisinin tartışılıp değerlendirilmesi, çelişen karşıt görüşlere sahne olmaktadır. Popüler bir kitle kültürü haline gelen sinemadaki gibi gelişmiş anlatısal ve taklit gelenekleri, kesinlikle modernizmin karşı çıktığı temsil gelenekleridir. Sinema, "modern" teknolojik kisveye bürünmüş, açıkça modem olmayan anlatı geleneklerini (son verme-kapalılık, mimesis, gerçekçilik gibi) biçimlendiren "modern" bir biçim olarak görülebilir. Yine de Jameson'ın belirttiği gibi sinema tarihinde Hollywood döneminde "gerçekçilikten"; büyük auteur'ler döneminde ise "modernizmden" söz edilmektedir. Bu bağlamda Friedberg'in tanımladığı "modern teknolojik kisveye bürünmüş modern olmayan anlatı geleneklerini biçimlendiren sinema", Hollywood sineması ile temsil edilen egemen sinemadır. Bir başka deyişle, artık geleneksel sinemanın karşısında "modern" anlatı biçimlerine sahip bir sinema söz konusudur.

"Modern" sanat denince, genellikle geçmişin gelenekleriyle tüm bağlarını koparmış ve o ana dek hiçbir sanatçının yapmayı bile düşlemediği şeyler yapmaya çalışan bir sanat düşünülür. Örneğin kübist ressamlar, o zamana kadar kimsenin düşünemediği biçimde nesnelere baktılar. Ya da Eisenstein kimsenin yapmadığı bir biçimde çekimleri birleştirdi.
Olivier, modern sanat akımlarının, kendilerini kuşatan toplumsal gerçekliğe eleştirel açıdan karşı koymaya çalışmalarından söz eder. Zizek'e göre modern bir sanat yapıtı, "anlaşılamaz", "kavranamaz" oluşuyla betimlenir ve egemen ideolojinin simgesel evreninde; tamamlanmış olana karşı koyan ve günlük sıradan yaşantımızın rahatlığının altını kazıyan bir sarsıntının yayılması gibi, bir şok işlevi görür. Jameson modernizmin belirleyici özellikleri olarak biçem (üslup), öyküsüzlük, ironi ve öznellikten söz eder.
Modern sanat gibi 'sanat' filmleri de genellikle "anlaşılamaz", "kavranamaz" oluşlarıyla, hatta zaman zaman bir öykülerinin bulunmayışıyla, karmaşık yapılarıyla ya da toplumsal gerçekliğe ciddi bir biçimde eleştiri yöneltmeleriyle ve tehdit unsuru olmalarıyla betimlenirler.

1.1. Tanımlar
1.1.1. Sinema
a. Herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir ekran üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işi.
b. Film göstermeye yarayan özel bir makineyle görüntülerin beyaz perdeye yansıtıldığı salon veya yapı. İlk film cihazına büyülü fener (lanterne magique) denmişti.
"Evvelâ Hayat pastanesinde buluşmaya, sonraları da sinemalara devama başladılar."- H. Taner. "Bir haber bırakıp mahallenin sinemasına girdi."- S. F. Abasıyanık.
c. Güzel sanatların dalı olarak, yansıtılmaya uygun olan filmleri gerçekleştirme ve yaratma sanatı. Örneğin, Yıldız Savaşları.
"Sinemanın zevkimizi dışarıdan idare ettiği devirde yaşıyoruz."- H. A. Yücel.
d. Ulusal mevzuatımızda sinema eserleri: "tespit edildiği materyale bakılmaksızın, elektronik veya mekanik veya benzeri araçlarla gösterilebilen, sesli veya sessiz, birbiriyle ilişkili hareketli görüntüler dizisi" olarak tanımlanmaktadır. (5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu/Madde 5)
e. Yedinci sanat.

1.1.2. Sanat
Artık eskimiş bir formülleştirmeyle sanat, "insanoğlunun yarattığı yapıtlarda güzellik ülküsünün ifadesi" biçiminde tanımlanır. Oysa, güzellik ülküsünün sanat için bir zorunluluk olmadığı, çağdaş sanat düşüncesi evreninde bir yeri kalmadığı kesin gibidir. Dolayısıyla, sanatı bugün Thomas Munro'nun tanımıyla, "doyurucu estetik yaşantılar oluşturmak amacıyla dürtüler yaratma becerisi" diye nitelemek olanaklıdır. Doyurucu bir estetik yaşantı ise, mutlaka güzellik etkisi oluşturmak zorunda değildir, örneğin, ilkel toplumların ya da Azteklerin sanatları "güzel" olmaktan uzak olduğu gibi, bunu amaçlamış olduklarını kanıtlayacak bir ipucundan da yoksunuz. Çoğu kez ve çoğu toplumda sanat yapıtının yarattığı estetik yaşantı, korkutma, tiksindirme, irkiltme boyutlarına sahip olabilmektedir. Güzellik kavramının sanatsal düşünce içinde başköşeye yerleştirilmesi ancak Rönesans' ta ortaya çıkar ve 19. yy'da neredeyse resmi bir sanat ideolojisine dönüşür. Çağdaş sanat anlayışı "güzel" sorunsalını tasfiye ettiği gibi, bir tanım çabasını da büyük ölçüde bir yana bırakmıştır. Sorun, daha çok sanatsal yaratma sürecinin ne olduğu biçiminde ortaya konmakta. Bu bakış açısıyla, sanatsal üretimin bir dizge değiştirme işlemi olarak nitelenmesi olanaklıdır. Başka bir deyişle, sanatsal yaratma gerçekliğin yeniden üretilmesi eyleminden başka bir şey değildir. Sanatçı, aslında sanatsal nitelikte olmayan gerçeklikleri seçerek, onları gerçekte yer aldıkları dizgeden başka bir dizge içinde yeniden konumlandırmaktadır. En basit örneğiyle bir "ready-made"in sanatsal nitelikte sayılabilmesi, bu dizge değiştirme ve dolayısıyla da, gerçekliği yeniden üretme sürecinden geçmesi sayesindedir. Sanatçı bu örnekte bir endüstri ürününü binlercesi arasından seçerek, onu, içinde konumlandığı endüstriyel ürünler dizgesinden yalıtmakta ve bu neden de sanat dizgesine yerleştirebilmektedir. "Ready-made" örneğinde neredeyse amacına indirgenmiş olan bu sanatsal yaratma süreci, her tür yanıt için, çoğunlukla çok daha karmaşık bir biçimde söz konusudur.

1.1.2.1. Sanatın Sınıflandırılması
Biçim verilen malzeme değiştikçe, sanatın değişik adlara ayrılması mümkün olabiliyor. Ancak, sanatı sınıflandırırken sadece malzeme yönüyle sınıflandırma yapmak mümkün değildir. Malzemenin yanı sıra, ifade ediş biçimi veya daha kapsamlı bir ifadeyle yaratıcılık, bu sınıflandırmada önemli bir etkendir. Sözgelimi, bir heykeltıraş da ağaca biçim verebilir, bir marangoz da... Fakat heykeltıraşın ağaca biçim verişteki ifade tarzı ile, marangozun biçimlendirmesindeki ifade tarzı aynı değildir. Heykeltıraş biçimlendirmesini alışılmışın dışında, yeni ve özgün bir biçimde yaparken, marangoz ise alışılmış, bilinen veya tekrar edilen bir biçimlendirme yapar. Bu bakımdan sanat genel olarak önce iki gruba ayrılır: a) Pratik sanatlar / endüstriyel sanatlar (zanaat), b) Güzel sanatlar.
Güzel sanatlar deyince aklımıza, insan yaratıcılığı, insanın ilk çağlardan bu yana kendini ifade ettiği, tam yetkinleşemediği dönemlerde, çizgi, boya, kil yoluyla içini döktüğü biçimler, desenler, çeşitli oluşumlar geliyor. Yetkinleştiği dönemlerde ise, örnekler çok çeşitli. Sözgelimi, ünlü Rönesans sanatçıları, yapılar, anıtlar, köprüler, müzeleri dolduran resimler, sonra şiirler ya da Mimar Sinan'ın camileri, çeşmeleri, köprüleri .. Derken günümüzün sanat eserleri, insan aklıyla duygularının estetik beğenisiyle yaratıcı gücünün ortaya koyduğu, bilim ve teknolojinin de en üst seviyelerindeki çağımız sanatçılarının sanat ürünleri : Çağdaş resim, heykel, roman, tiyatro, sinema, çelik ve cam yapılar, incecik kullanım eşyaları, sesin, ışığın, rengin, oyun gücünün birleştiği büyük sahne olayları, türlü tasarımlar.
Acaba güzel sanatları nasıl sınıflandırabiliriz?
Geleneksel ve çağdaş olmak üzere iki biçimde sınıflamak, bize bazı kolaylıklar getirebilir.
Geleneksel sınıflama, güzel sanatları, hitap ettiği duyu organlarına göre sınıflar. Sözgelimi "görsel sanatlar" (plâstik sanatlar), göze ve görmeye dayanan sanatları, resim, heykel, mimari gibi dalları bir grupta topluyor. Fonetik sanatlar, müzik ve türleri ile edebiyatı; ritmik sanatlar ise, hem görme ve hem de hareketle ilgili olan sinema, opera gibi sanatları kapsamaktadır.
Ancak, bu sınıflandırmanın ister istemez dışında kalabilen bazı türler de olabiliyordu. Sözgelimi, karikatür veya seramik gibi. Bu sebeple, daha çağdaş bir sınıflandırmaya gerek duyulmuştur. Bu sınıflama, söz konusu edilen sanat dalının niteliği ve tekniği göz önünde bulundurulmaktadır. Buna göre, şöyle bir sınıflandırma yapılabilir :
Yüzey Sanatları : Tüm iki boyutlu sanat çalışmaları, yani bir eni ve bir boyu olan kâğıt veya tuval üzerine, bir duvar ya da kumaş üzerine uygulanan sanatlardır: Resim ve türleri ( yağlı boya, sulu boya, baskı sanatları, afiş, grafik çizimler ), duvar resmi, minyatür, karikatür, fotoğraf, batik, süsleme vb.
Hacim Sanatları : Üç boyutlu sanat çalışmalarıdır. Sözgelimi heykel, seramik, anıtlar gibi.
Mekân Sanatları : İç ya da dış mekânı içine alan ya da düzenleyen sanat dallarıdır. En başta mimarî olmak üzere (bahçe mimarîsi, peyzaj mimarîsi), çevre düzenlemesi gibi mekâna ilişkin tüm tasarım çalışmaları.
Dil Sanatları : Edebiyat ve yazı türlerini kapsayan sanatlardır: Roman, hikâye, şiir, deneme, tiyatro metni, film senaryosu vb. gibi.
Ses Sanatları : Müzik ve bütün türlerini kapsayan sanatlardır : Halk müzikleri, klâsik müzikler gibi.
Hareket Sanatları : İnsanın, bedeniyle anlatım gücü kazandırdığı sanatlardır: Bale, dans türleri, halk dansları, pandomim vb.
Dramatik Sanatlar : İnsanın, eyleme dönüşmüş ifadelerle kendini veya bir olayı, bir olguyu anlattığı sanatlardır: Tiyatro, opera, müzikal oyun, kukla gibi sahne sanatları, sinema, gölge oyunu gibi türleri buna örnek olarak gösterebiliriz.
Böylece, bütün sanat dallarını içine alan bir sınıflandırma yapmış olduğumuzu söyleyebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder